ترجمة سورة الرعد

الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة

ترجمة معاني سورة الرعد باللغة التركية من كتاب الترجمة التركية - مركز رواد الترجمة.
من تأليف: فريق مركز رواد الترجمة بالتعاون مع موقع دار الأسلام .

Elif Lâm Mîm Râ. İşte bunlar kitabın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen (bu Kur'an) haktır, fakat insanların çoğu iman etmezler.
Allah, gökleri gördüğünüz gibi herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a istiva eden, güneşe de aya da emrine boyun eğdirendir. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi yerli yerince düzenler, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak iman edesiniz.
O, yeryüzünü yayıp döşeyen, orada sabit dağlar, nehirler var eden, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratan gündüzü geceyle bürüyendir. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için deliller vardır.
Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.
Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, “Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacakmışız?” demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkâr edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Bir de senden, iyilikten önce kötülüğün acele gelmesini istiyorlar. Hâlbuki onlardan önce nice örnekler gelip geçmiştir. Şüphesiz Rabbin, zulümlerine rağmen insanlara yine de mağfiret edendir. Bununla beraber Rabbinin azabı pek şiddetlidir.
Küfre sapanlar, “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır.
Allah, her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin arttırdığı şeyi ve eksilttiği şeyi bilir. O’nun katında her şey bir ölçü iledir.
O, görünmeyeni de görüneni de bilendir. O çok büyüktür, yüksektir, yüceler yücesidir.
(O’na göre) içinizden sözü gizleyen ile açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüz ortaya çıkan birdir.
İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu koruyup gözetirler. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.
O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösteren, yağmur yüklü bulutları meydana getirendir.
Gök gürültüsü O’na hamd ederek tesbih eder, Melekler de O’nun korkusundan tesbih ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır.
Gerçek dua/ibadet yalnızca O’nadır. O’ndan başka dua ettikleri, kendilerine hiçbir şekilde karşılık veremezler. Onların durumu; ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu (uzaktan) açan kimse gibidir. Halbuki su (ağzına) ulaşacak değildir. İşte kâfirlerin duası delalet içinde olmaktan başka birşey değildir.
Hâlbuki göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.
De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” “Allah’tır” de. De ki: “O'nu bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mabutlar) mı edindiniz?” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu? Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma ile Allah’ın yaratması onlara göre birbirine mi benzedi?” De ki: “Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, birdir, Kahhâr'dır/mutlak galiptir.''
O, gökten su indirdi de dereler kendi ölçülerince dolup aktı ve sel, üste çıkan köpüğü aldı götürdü. Süs eşyası veya yararlanılacak bir şey elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de böyle köpük olur. İşte Allah, hak ile batıla böyle misal getirir. Köpüğe gelince sönüp gider. İnsanlara yararlı olan ise yerde kalır. İşte Allah, böyle misaller verir.
Rablerinin çağrısına uyanlara mükâfatın en güzeli (Cennet) vardır. O’nun çağrısına uymayanlar ise, yeryüzünde olan her şey ve onun yanında bir katı daha kendilerinin olsa, kurtulmak için hepsini fidye olarak verirlerdi. İşte hesabın kötüsü bunlar içindir. Varacakları yer de Cehennem'dir. O ne kötü yataktır!
Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (O'na iman etmeyen) kör kimse gibi midir? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar.
Onlar, Allah’a verdikleri sözü eksiksiz yerine getirir ve anlaşmayı bozmazlar.
Onlar Allah’ın birleştirmesini emrettiği şeyi bitiştirirler. Rablerinden korkarlar ve kötü hesaptan endişe ederler.
Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreder, namazı dosdoğru kılar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcar ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.
(Bu güzel sonuç da) Adn Cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler):
''Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan Cennet) ne güzeldir!''
Allah'a verdikleri sözü kuvvetle sağlamlaştırdıktan sonra bozanlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri ayıranlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lanet onlar içindir. Ve kötü yurt (Cehennem) onlarındır.
Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir geçimliktir.
Kâfir olanlar: “Kendisine Rabbinden bir âyet (mûcize) indirilmeli değil miydi?” derler. De ki: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır ve kendisine yönelenleri de doğru yola iletir.”
Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı zikretmekle huzur bulur.
İman edip salih amellerde bulunanlar için, güzel bir hayat vardır ve güzel dönüş yeri de onlarındır.
(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki; sana vahyettiklerimizi onlara okuyasın. Halbuki onlar Rahman’ı inkâr ediyorlar. De ki: O (Rahman) benim Rabbimdir, O’ndan başka (hak) ilah yoktur. Ben yalnız O’na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnız O’nadır!
Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur’an olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emirler yalnız Allah’ındır. İman edenler bilmiyorlar mı ki, Allah dileseydi bütün insanlara hidayet ederdi. Allah’ın vaadi yerine gelinceye kadar devamlı olarak yaptıkları işler sebebiyle kâfirlere ya ansızın büyük bir bela gelecek veya o bela evlerinin yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, vaadinden asla dönmez.
Andolsun, senden önce de nice peygamberler alaya alındı da ben inkâr edenlere bir süre (mühlet) verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Benim cezalandırmam nasılmış!
Herkesin kazandığını görüp gözeten Allah'a (ortak koşulur mu?). Onlar, Allah’a ortaklar koştular. De ki: “Söyleyin bakalım onların isimlerini Yoksa siz (bununla) O’na yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz, Yoksa siz üstün körü bir söz mü söylüyorsunuz?” Hayır, bilakis o kâfirlere tuzakları süslü gösterildi ve onlar doğru yoldan alıkondular. Allah, kimi saptırırsa, artık ona hidâyet verecek hiçbir kimse yoktur.
Onlara dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise daha ağırdır ve onları Allah’ın azabından koruyacak kimse de yoktur.
Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dolunan Cennet'in durumu şudur: Onun içinden ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. İşte bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanların sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.
Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilene (Kur'an'a) sevinirler; fakat (İslam aleyhinde birleşen) gruplardan, onun (sana indirilenin) bazısını inkâr edenler vardır. De ki: “Ben, yalnızca Allah'a ibadet etmek ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O'na davet ederim ve dönüşüm O'nadır.”
Böylece biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun ki sana gelen bu ilimden sonra onların heva ve heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için ne bir dost, ne de bir koruyucu vardır.
Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber bir mucize getiremez. Her ecelin (vadenin) bir yazısı vardır.
Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun katındadır.
Onlara vadettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise bize aittir.
Görmediler mi ki biz nasıl yeryüzüne gelip onu etrafından eksiltiyoruz? Allah, hükmeder. O’nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir.
Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Oysa tuzak tümüyle Allah'a aittir. O, her nefsin kazandığını bilir. Kâfirler de dünya yurdunun sonunun kime ait olduğunu bileceklerdir.
O kâfir olanlar: “Sen gönderilmiş bir peygamber değilsin” derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında kitabın (Kur'an'ın) bilgisi bulunanlar yeter.''
سورة الرعد
معلومات السورة
الكتب
الفتاوى
الأقوال
التفسيرات

اهتمَّتْ سورةُ (الرَّعْدِ) ببيان أصول الاعتقاد؛ من الإيمان بالله، وملائكته، وكتبِه، كما دلَّتْ على عظيم قدرة الله تعالى، وتحكُّمِه في هذا الكون، وتدبيرِه؛ فهو الخالق، المالك، المُدبِّر، المستحِقُّ للعبادة، وجاءت السورةُ على ذكرِ آية عظيمة من آيات الله في الكون؛ وهي الرعدُ الذي يُخوِّف اللهُ به عباده، كما أن باطنَ هذا الرعد خيرٌ وغَيْثٌ ورحمة، يُصرِّفه الخالقُ كيف شاء؛ فالله خالقُ كل شيء، وبيدِه مقاليدُ كل شيء.

ترتيبها المصحفي
13
نوعها
مكية
ألفاظها
853
ترتيب نزولها
96
العد المدني الأول
44
العد المدني الأخير
44
العد البصري
45
العد الكوفي
43
العد الشامي
47

* سورة (الرَّعْدِ):

سُمِّيتْ سورة (الرَّعد) بذلك؛ لأنَّ فيها ذِكْرَ الرَّعد.

اشتمَلتْ سورةُ (الرَّعد) على الموضوعات الآتية:

1. عظمةُ القرآن الكريم (١-٢).

2. أدلة على قدرة الله، وعظيم سلطانه (٣-٤).

3. إنكار المشركين للبعث، وإحاطةُ علم الله تعالى (٥-١١).

4. بيان قدرة الله الكونية (١٢- ١٣).

5. لله دعوةُ الحق (١٤-٢٩).

6. مقارَعة المشركين بالحُجة (١٤-٢٩).

7. مثال عن الحق والباطل (١٤-٢٩).

8. صفات المؤمنين /الكافرين (١٤-٢٩).

9. الرد على الكفار، والجزاء (٣٠-٤٣).

10. وصف الجنة (٣٠-٤٣).

11. إثبات النَّسخ (٣٠-٤٣).

12. تثبيت قلب النبي صلى الله عليه وسلم (٣٠-٤٣).

ينظر: "التفسير الموضوعي للقرآن الكريم" لمجموعة من العلماء (3 /563).

دلَّ اسم السُّورة على مقصدِها العظيم، وقد ذكَره البقاعيُّ فقال:

«وصفُ الكتاب بأنه الحقُّ في نفسه، وتارةً يتأثر عنه، مع أن له صوتًا وصِيتًا، وإرغابًا وإرهابًا، يَهدي بالفعل وتراه لا يتأثر؛ بل يكون سببًا للضَّلال والعمى.

وأنسَبُ ما فيها لهذا المقصدِ: الرَّعدُ؛ فإنه مع كونه حقًّا في نفسه يَسمَعه الأعمى والبصير، والبارز والمستتِرُ، وتارة يتأثر عنه البَرْقُ والمطر، وتارة لا، وإذا نزَل المطر: فتارة يَنفَع إذا أصاب الأراضيَ الطيِّبة، وتارة يَخِيبُ إذا نزَل على السِّباخ الخوَّارة، وتارة يضرُّ بالإغراق، أو الصواعق، أو البَرَد، وغيرها». "مصاعد النظر للإشراف على مقاصد السور" للبقاعي (2 /193).