ترجمة سورة إبراهيم

الترجمة التركية - شعبان بريتش

ترجمة معاني سورة إبراهيم باللغة التركية من كتاب الترجمة التركية - شعبان بريتش.
من تأليف: شعبان بريتش .

Elif, Lâm Râ! Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, Aziz ve Hamîd olanın dosdoğru yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır.
O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Uğrayacakları şiddetli azaptan dolayı vay kâfirlere!
Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler. Allah’ın yolundan alıkoyup, onun eğri büğrü olmasını isterler. İşte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.
Kendilerine açıklayıp, beyan etsin diye, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik. Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de hidayet eder. O, Aziz'dir, Hakim'dir.
Musa’yı ayetlerimizle; "Toplumunu karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah’ın (nimet verdiği) günlerini onlara hatırlat!" diye göndermiştik. Bunda, çok çok sabreden ve şükreden herkes için ayetler vardır.
Musa, kavmine şöyle dedi: Allah’ın size olan nimetlerini düşünün. Size kötüce işkence eden, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı öldüren Firavun Hanedanı'ndan sizi kurtardı. Bütün bunlarda Rabbinizden size büyük bir imtihan vardır.
Rabbiniz: Şükrederseniz andolsun ki, size karşılığını artıracağım; nankörlük ederseniz bilin ki azabım pek çetindir, diye duyurmuştu.
Musa: Siz ve yeryüzünde olanlar, hepiniz kâfir olsanız Allah yine de zengin ve hamd edilmeye layık olandır, demişti.
Sizden önce geçen Nuh, Àd, Semûd halklarının ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size ulaşmadı mı? Ki onları Allah’tan başkası bilmez. Onlara peygamberleri delillerle geldiler, fakat ellerini ağızlarına götürüp: "Biz sizinle gönderilene küfrediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de şüphe ve endişe içindeyiz" dediler.
Peygamberleri: Gökleri ve yeri yaratan, günahlarınızı mağfiret etmeye çağıran ve bir süreye kadar sizi erteleyen Allah’tan mı şüphe ediyorsunuz? dediler. Onlar da: Siz de sadece bizim gibi birer insansınız; bizi babalarımızın ibadet ettiklerinden alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirmelisiniz, dediler.
Peygamberleri onlara dedi ki: Biz ancak sizin gibi birer insanız ama Allah, kullarından dilediğine lütufta bulunur. Allah’ın izni olmadıkça biz size delil getirmemiz mümkün değildir. Müminler sadece Allah’a tevekkül etsinler.
Bize hidayet yollarımıza eriştiren Allah’a niçin tevekkül etmeyeyim? Bize ettiğiniz eziyete elbette sabredeceğiz. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler.
Kâfir olanlar ise, rasûllerine :"Ya bizim dinimize geri dönersiniz ya da sizi ülkemizden çıkarırız" dediler. Rab’leri (rasûllere) şöyle vahyetti: Zalimleri elbette helak edeceğiz.
Onlardan sonra yeryüzüne sizi yerleştireceğiz. Bu, (kıyamet günü) huzuruma çıkmaktan korkanlar ve azabımdan korkanlar içindir.
(Rasûller) Fetih istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı.
(Kâfirin) önünde cehennem vardır; orada kanlı irinli su içirilecektir.
Onu yudumlayacak fakat bir türlü boğazından geçmeyecektir. Ölüm ona her yerden geldiği halde, ölemeyecek, (Bu azabın) ardından ağır bir azap daha gelecektir.
Rablerini küfredenlerin durumu, onların amelleri, fırtınalı bir günde, rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer; kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. İşte bu uzak sapıktır.
Gökleri ve yeri Allah’ın hak ile yarattığını görmüyor musunuz? Dilerse sizi giderip (yerinize) yeni bir topluluk getirir.
Bu, Allah için hiç zor değildir.
Hepsi Allah’ın huzuruna çıkarlar. Güçsüzler, büyüklük taslayanlara: "Biz size uymuştuk, Allah’ın azabından bize bir faydanız olur mu?" derler. Onlar da: Allah bize (imanı) hidayet etseydi, bizler de size yol gösterirdik. Artık sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü sığınacak yerimiz yok, derler.
Hüküm verilip bitince, Şeytan: Allah, size gerçeği vadetmişti. Ben de size vadettim, sonra caydım; sizi zorlayacak bir gücüm yoktu; sadece çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da inkar etmiştim. Şüphesiz zalimlere can yakan bir azap vardır, der.
İman eden ve salih amellerde bulunanlar altlarından ırmaklar akan cennetlere sokulurlar. Rablerinin izniyle orada ebedi olarak kalıcıdırlar. (Aralarında ki) selamlaşmaları “Selam!”dır.
Allah’ın nasıl örnek verdiğini görmüyor musunuz? Temiz söz; kökü sağlam, dalları göğe doğru uzanan güzel bir ağaca benzer.
Rabbinin izniyle her zaman meyve verir. İnsanlar düşünüp, öğüt alsınlar diye Allah onlara örnekler veriyor.
Kötü sözün misali de, yerden koparılmış, sabit olmayan kötü bir ağaç gibidir.
Allah iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam bir söz ile sabit kılar, zalimleri de saptırır. Allah ne dilerse yapar.
Allah'ın nimetini nankörlükle değiştirenleri ve kavimlerini helak yurduna sürükleyenleri görmedin mi?
Onlar cehenneme girecekler. Ne kötü kalacak yer!
Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşmuşlardı. De ki: Yaşayın bakalım, hiç şüphesiz varacağınız yer ateş olacaktır.
İman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar; alış verişin ve dostluğun olmadığı bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan açık ve gizli olarak sarf etsinler.
Gökleri ve yeri yaratan, gökten indirdiği su ile rızık olarak meyveler çıkaran, emri ile denizde yüzüp, giden gemileri hizmetinize sunan, nehirleri sizin emrinize veren Allah’tır.
Düzenli seyredip, yürüyen Ay ve Güneşi de sizin emrinize verdi. Geceyle gündüzü de sizin buyruğunuza verdi.
Kendisinden istediğiniz her şeyi size vermiştir. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.
İbrahim şöyle demişti: Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara ibadet etmekten uzak tut!
Rabbim! Onlar çok insanları saptırdı. Kim bana uyarsa o bendendir. Kim bana isyan ederse, Sen çokça mağfiret edensin, çokça merhamet edersin.
Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılmaları için Senin Beyt-i Harem'inin yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir, onları meyvelerle rızıklandır. Umulur ki şükrederler.
Rabbimiz! Şüphesiz sen gizlediğimizi de açıkladığımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz.
İhtiyar halimde, bana İsmail ve İshak’ı veren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbim duaları işitendir.
Rabbim! Beni ve soyumu namazı ikame edenlerden eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.
Rabbimiz! Bana, anama, babama ve müminlere hesap gününde mağfiret et!
Sakın Allah’ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz zannetme; sadece gözlerin (dehşetten) dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir.
(O gün) Onlar havaya dikilmiş başları, kendilerine dönmeyen donuk gözleri ile bakıp koşuşurlar. Gönülleri ise bomboş...
İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zulmedenler: Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de davetine uyalım, peygamberlere tabi olalım, derler. Daha önce, sizin için bir zeval olmadığına, yemin etmemiş miydiniz?
Ve (sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara, ne yaptığımızı size açıklanmıştı. Size de örnekler vermiştik.
Onlar tuzaklar kurdular, ama Allah katında da onlara tuzak vardır. İsterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun.
Sakın Allah’ın rasûllerine verdiği sözden geri döneceğini sanma! Şüphesiz Allah çok güçlüdür, intikam sahibidir.
Yerin başka bir yere, göklerin de başka göklere değiştirildiği gün, Kahhar ve tek olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
Suçluları o gün zincirlere vurulmuş görürsün.
Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ise ateş bürümüştür.
Allah, herkese kazandığının karşılığını vermek için böyle yapar. Allah, hızlı hesap görendir.
Bu (Kur'an), insanlara bir tebliğdir. Onunla uyarılsınlar ve ancak onun tek (hak) ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye...
سورة إبراهيم
معلومات السورة
الكتب
الفتاوى
الأقوال
التفسيرات

سورةُ (إبراهيمَ) مِن السُّوَر المكية، وجاءت هذه السورةُ الكريمة على ذِكْرِ مسائل الاعتقاد، والتوحيد، وآياتِ الله عز وجل في هذا الكونِ، كما دعَتْ إلى اتباع الدِّين الخالص: {مِلَّةَ ‌إِبْرَٰهِيمَ ‌حَنِيفٗاۖ}، وقد سُمِّيتْ باسمه عليه السلام، ودعت إلى اتباع الطريق الحقِّ التي دعا إليها كلُّ الأنبياء، كما أورَدتْ ذِكْرَ الجنة والنار، وحال كلٍّ من الفريقين؛ ترغيبًا في الاتباع والطاعة، وترهيبًا عن المعصية والمخالفة، واحتوت على ذِكْرِ عظمة الله في هذا الكونِ الفسيح؛ تثبيتًا للنبيِّ صلى الله عليه وسلم، ومَن والاه.

ترتيبها المصحفي
14
نوعها
مكية
ألفاظها
831
ترتيب نزولها
72
العد المدني الأول
54
العد المدني الأخير
54
العد البصري
51
العد الكوفي
52
العد الشامي
55

* قوله تعالى: {يُثَبِّتُ اْللَّهُ اْلَّذِينَ ءَامَنُواْ بِاْلْقَوْلِ اْلثَّابِتِ فِي اْلْحَيَوٰةِ اْلدُّنْيَا وَفِي اْلْأٓخِرَةِۖ} [إبراهيم: 27]:

عن البَراءِ بن عازبٍ رضي الله عنهما، قال: «نزَلتْ في عذابِ القَبْرِ، فيقال له: مَن رَبُّك؟ فيقول: رَبِّي اللهُ، ونَبيِّي محمَّدٌ ﷺ؛ فذلك قولُهُ عز وجل: {يُثَبِّتُ اْللَّهُ اْلَّذِينَ ءَامَنُواْ بِاْلْقَوْلِ اْلثَّابِتِ فِي اْلْحَيَوٰةِ اْلدُّنْيَا وَفِي اْلْأٓخِرَةِۖ} [إبراهيم: 27]». أخرجه مسلم (٢٨٧١).

* سورة (إبراهيمَ):

سُمِّيتْ سورة (إبراهيمَ) بذلك؛ لأنها تحدَّثتْ - بشكل رئيسٍ - عن سيدنا (إبراهيمَ) عليه السلام، وعَلاقةِ ذلك بالتوحيد.

جاءت موضوعاتُ سورة (إبراهيم) على النحوِ الآتي:

1. منزلة القرآن الكريم، وحُجِّيته على الناس جميعًا (١-٤).

2. دعوة الرُّسل في الإخراج من الظُّلمات إلى النور (٥-٨).

3. استفتاح الرسل بالنصر على أعدائهم (للدعاة) (٩-١٨).

4. نعيم أهل الجنة، وعذاب أهل النار (١٩- ٣١).

5. عظمة الله في الكون، ونِعَمُه على خَلْقه (٣٢- ٣٤).

6. نبأ إبراهيم عليه السلام في دعوته (٣٥- ٤١).

7. صُوَر من مشاهدِ يوم القيامة (٤٢-٥٢).

ينظر: "التفسير الموضوعي للقرآن الكريم" لمجموعة من العلماء (4 /1).

مقصودُ سورة (إبراهيمَ) هو التوحيدُ، وبيانُ أن هذا الكتابَ غايةُ البلاغ إلى الله؛ لأنه كافل ببيان الصراط الدالِّ عليه، المؤدي إليه، وأدلُّ ما فيها على هذا المَرامِ: قصةُ (إبراهيم) عليه السلام.

أما أمرُ التوحيد في قصة (إبراهيم) عليه السلام: فواضحٌ في آيات كثيرة من القرآن، والتوحيدُ هو ملَّةُ (إبراهيمَ) عليه السلام، التي حكَم اللهُ تعالى على مَن رَغِب عنها بقوله: {وَمَن ‌يَرْغَبُ ‌عَن مِّلَّةِ إِبْرَٰهِـۧمَ إِلَّا مَن سَفِهَ نَفْسَهُۥۚ} [البقرة: 130]. وقال الله تعالى في هذه السُّورةِ مبينًا حِرْصَ (إبراهيمَ) عليه السلام على التوحيد: {وَإِذْ قَالَ إِبْرَٰهِيمُ رَبِّ اْجْعَلْ هَٰذَا اْلْبَلَدَ ءَامِنٗا وَاْجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ اْلْأَصْنَامَ (35) ​رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرٗا مِّنَ اْلنَّاسِۖ فَمَن تَبِعَنِي فَإِنَّهُۥ مِنِّيۖ وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٞ رَّحِيمٞ (36)} [إبراهيم: 35-36].

وأما أمرُ الكتاب: فلأنه من جملةِ دعائه لذريتِه الذين أسكَنهم عند البيت المُحرَّم؛ ذريةِ (إسماعيلَ) عليه السلام: {رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ}[سورة البقرة: 129].

ينظر: "مصاعد النظر للإشراف على مقاصد السُّور" للبقاعي (2 /198).